Salah Birsel’in 1976 yılında kaleme aldığı “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” isimli eser yalnızca bir semtin panoramik anlatımı değil, aynı zamanda Cumhuriyet öncesinden başlayıp, modern Türkiye’nin 1960’lı yıllarına uzanan bir döneminin çok renkli tanığıydı. Şüphesiz o yıllardan günümüze kitabın başkahramanı “Beyoğlu” her geçen gün daha da değişti. 1870 yangınından sonra bir ağıt olmuş “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu Yandı Bitti Kül Oldu” sözlerinin yerine bugünlerde kaybolmakta olan lezzet kültürünün, simgeleşmiş Beyoğlu markalarının bir nevi ağıtını yakıyoruz.
İstanbul Tükenmeden grubu olarak sizlerle amacımız İstanbul’un farklı semtlerinde bu kaybolmakta olan kültürün izlerinde ortak hafızamızı canlı tutup geleceğe aktarabilmek. Gelin o zaman, geçmişin belleğinde “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” diyerek Yakup Kadri,Refik Halit,Abdülhak Şinasi,Haldun Taner,Özdemir Asaf,Atilla İlhan ve daha birçok sayamadıklarımızın izinde bir Beyoğlu turuna çıkalım.
Çiçek pasajı
Yapan İstanbullular. Adını koyan Ruslar. Bu binayı yaptıran Beyoğlu’nun ünlü zenginlerinden Hristaki. Hristaki,24 dükkân üzerine 18 daire yaptırır,1876 da. Dairelerin olduğu kısma “Cite De Pera” der. Dairelerin altında bulunan dükkânların olduğu bölüme ise kendi adını koyar: Hristaki Pasajı… O dönemlerde ortaya çıkan ilk rezidans türü bina örneklerindendir. 1908′de binayı Sadrazam Sait Paşa alır. Pasaja bu kez de Sait Paşa Pasajı derler.1917 de Kızıl Rusların devriminden kaçan Beyaz Rusların bir bölümü İstanbul’a göç eder. Göç edenlerin bir bölümü de İstiklal Caddesi’nin kenarlarında, köşelerinde çiçek satarlar. Çiçeklerin güzelliğine bir de Rus kızların güzelliği eklenince, çiçek çiçek olur İstiklal Caddesi bir anda. Ve aynı yıllarda çiçek satan Rus kızları yoktur sadece İstiklal’de. Osmanlı işgal edilince, işgal güçlerinin askerleri yani İngiliz ve Fransızlar da İstiklal’de gezinmeye başlamışlardır. Bunlarda serseriliğin bini bir paradır. Çiçek satan Rus kızlarına sarkarlar, el kol hareketi yaparlar. Hatta taciz etmeye yeltendikleri bile olmuştur. Ve kaçarlar Rus kızları, harıl harıl ellerinde çiçekler. Soluğu Sait Paşa Pasajı’nda alırlar. Biraz da dinlenirler. Sonra da etraflarına bakarlar, asayiş berkemalse, köşelerine giderler başlarlar çiçeklerini satmaya. Sonrasında da Sait Paşa pasajında bir bir çiçekçi dükkânı açılmaya başlanır. Hatta 1930 larda çiçek mezatları burada yapılır. Pasajın adı olur Çiçek Pasajı. Yani Fransız zarafetinin ve şıklığının, Beyoğlu’ndaki adresi olan bu binaya ne onu yaptıran zengin Hristaki,ne de bir sadrazam kudretinde olan Sait Paşa adını verebilmiştir. Adını veren yoksulluktan çiçek satmak zorunda kalan Rus Kızlarıdır.
Mademki Çiçek Pasajı’ndan bahsettik, iki önemli ismi de bu vesile ile anmamak olmaz. 42 yıl boyunca bıkmadan usanmadan misafirlerine akordeon eşliğinde “Yıldızların Altında” çalan Madam Anahit ve içmez ama içirir “Entelektüel Cavit” pasajla simgeleşmiş Beyoğlu kültürünün birer parçasıdır. Şimdilerde her ikisi de pasajın duvarlarından değişen Beyoğlu’nun yeni müdavimlerini izlemektedirler. Yolunuz bir gün düşerse Huzur Meyhanesi’nin duvarlarında “Entel Cavit’in ve üst kattaki portre fotoğrafı ile Madam Anahit’in şerefine de birer kadeh kaldırmayı unutmayın…
Hazzopulo Pasajı
Beyoğlu’nun İstanbul moda merkezi olduğu zamanlarda belki de en önemli ‘pasaj’ının bulunduğu Hazzopulo; 1871 yılında dönemin ünlü bankerlerinden Rum asıllı Hacopulo tarafından yaptırılmış. Han içinde barındırdığı terziler, moda evleri ve takı dükkânlarıyla o dönemlerde özel dikim bir kıyafet için hanımların çok sıklıkla uğradığı bir yermiş. Namık Kemal’in İbret Gazetesi’ni burada çıkarması ve Jöntürkler’in buluşma noktası olması bakımından da siyasi tarih için de ayrıca bir öneme sahipmiş. Zira meşrutiyetin önemli savunucularından Namık Kemal daha sonra bir grup arkadaşıyla birlikte tutuklanarak yine buradan sürgüne gönderilmişti. Pasaj günümüzde tüm bu özelliklerinin önemli bir kısmını kaybetmiş durumda. Özellikle 6-7 Eylül olaylarının yaşandığı dönem han için yeni bir devrin başlangıcı olmuş. Ardından 12 Eylül darbesiyle orijinal adının da unutturulmaya çalışıldığı bir dönem başlamış ve pasaj girişine Danışman Geçidi tabelası yerleştirilmiş. Yakın zamanda buna bir de “Han Geçidi” ismi eklenince pasaj iyice kaderine terk edilmiş. Yıllardır süren veraset davaları pasajın bakımsız bir şekilde hayatına devam etmesine sebep olsa da şimdilerde AVM’ye dönüşmek yerine biz öğrencilerin ders sonrası kahve içtikleri bu mekanı en azından şimdiki hali ile korumayı ümit ediyoruz. Hazzopulo Pasajı’nın en eskilerinden Madam Katya’da Beyoğlu’nun simgelerinden biri olmuş “Şapkacı Katia” butiği ile 1964 yılında beri bu pasajda hizmet veriyor. Günümüzde Madam Katia el yapımı özel model şapka üreten tek butik ve üç yüzü aşkın model arasında tüm tasarımları kendisine ait dükkânı ile şıklığa önem veren hanımların sihirli dükkânı olmaya devam ediyor.
Kelebek Korse Mağazası
İstiklal Caddesi’nde 1930 yılından itibaren korse, varis çorabı ve iç giyim malzemeleri üreterek satışını yapan tarihi Kelebek Korse Mağazası’nın son günlerde başı Borçlar Kanunu’nun 347. Maddesinde 2012 yılında yapılan düzenleme nedeni ile mal sahipleri ile başı dertte. İlgili kanunun 10 yılı dolduran kiracıları tahliye etme hakkı tanıması birçok kiracı gibi Kelebek Korse’nin sahibi İliya Avramoğlu’nu da 80 senelik işletmesinden tahliye ile baş başa bıraktı. Şimdiye dek birçok medya organı ve STK tarafından “Kelebek Korse kapatılmasın” kampanyalarına rağmen Beyoğlu’nun simgeleşmiş markalarından birinin kapanma sürecinde maalesef halen bir yol kat edilebilmiş değiliz. İstiklal Caddesi alışveriş kültürünün bir parçası olan eski tip tuhafiye mağazacılığının bu som temsilcisine sahip çıkmak tüm İstanbulluların bir görevidir.
Pera Palas Oteli
Haliç’e tepeden bakan Tepebaşı’nda, ünlü Orient Expres’in (Şark Ekspresi) yolcuları için yapılan bu lüks otel 1895 yılında açılmış. Pera Palace Hotel, İstanbul’un en ihtişamlı yapılarından biri olarak açıldığında, birçok ilkleri de bünyesinde barındırıyormuş; mesela İstanbul’da Osmanlı sarayları dışında elektriğin verildiği, ilk elektrikli asansörün ve ilk sıcak suyun aktığı binaymış. Türkiye’nin Avrupa standartlarındaki bir ilk olan Pera Palace Hotel, kuruluşundan itibaren tarihi olaylara tanıklık ederek kent kültürünün çok önemli simgelerinden biri haline gelmiş. Pera Palace, 1917 yılından itibaren pek çok kez Mustafa Kemal Atatürk’ü de ağırlamış. Pera Palace Hotel’in ünlü konukları arasında İsmet İnönü, Kral VIII. Edward, Kraliçe II. Elizabeth, Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph, Şah Rıza Pehlevi, Yugoslavya Devlet Başkanı Tito, General Franz von Papen, Zsa Zsa Gabor, Greta Garbo, Sarah Bernhardt, Alfred Hitchcock, Pierre Loti, Jacqueline Kennedy, Ernest Hemingway, Ninette de Valois, Mata Hari, Cicero, Mikis Theodorakis gibi isimler yer alıyor.
Pera Palace Hotel’in en ünlü müdavimlerinden biri de Agatha Christie. Dünyaca ünlü polisiye roman yazarının hayatında kimsenin bilmediği kayıp 11 günün sırrının; 1934 yılında yayımlanan ‘Doğu Ekspresi’nde Cinayet’ romanını tasarladığı Pera Palace Hotel’de olduğu söylenir. Günümüzde Pera Palace Oteli bazı geleneklerini devam ettirmekte. Bunlardan örnek olarak her ay yeni kitabı çıkmış bir romancı ile söyleşi düzenlenmesi ve Cuma akşamları Orient Bar’da « Kargalar Kafeste » orkesterasının tınıları ile nostaljik İstanbul kültürünün yaşatılmasını gösterebiliriz. Pera Palace’ı gezerken insan ister istemez bir zamanların Tokatlıyan Oteli’de de keşke bugünleri görebilseydi demeden geçemiyor. Pera Palace Otelinde her gün saat 10.00-11.00 arası Atatürk Müze odası ziyaretçelere açık gezilebiliyor.
Geçmişten Günümüze “Lebon Pastanesi”
Lebon pastanesi 19. Yüzyıl ortalarında Markiz Pastanesinin ilk yerinde Fransız büyükelçiliği’nin mutfağından ayrılan Eduard Lebon tarafından açılmış. Eduard Lebon aynı zamanda Naum tiyatrosunda da komilik yapmaktaymış. Pastaları o kadar meşhurmuş ki Orient expres treni ile İstanbul’a gelen misafirler öncelikle Lebon’a uğrayıp pasta yerlermiş. Hatta yurt dışına Lebondan pasta götürenler bile olurmuş. Lebon Pastanesi daha sonra yolun karşısındaki mekanına geçmiş ve 1940’larda kapanmış. Lebon’un müdavimleri arasında Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Namık Kemal gibi sanatçılarda bulunurmuş. Lebon’a zamanında şapkasız beyefendi ve hanımefendiler giremezmiş.Müdavimlerinin ağzından « Chez Lebon tout est bon » sözü adeta kalitesinin damgalayan bir slogan olmuş o dönemlerde. Şimdilerde ise Lebon yine bir pastane olarak eski dekorundan çok farklı bir şekilde ancak aynı isimle yaşatılmaya devam ediyor.
Yaşatılmaya çalışılan bir tarih : « Markiz Pastanesi »
Markiz İstiklal Caddesi ‘ne kravatsız, eldivensiz çıkılmadığı dönemlerin en önemli simgelerinden biri. Markiz öylesine prestijli bir pastaneymiş ki şapkasız girilmediği için pastanenin hemen yanında şapka kiralayan bir dükkan bulunurmuş. Markiz’in girişinde olduğu pasaj olan “Passage Orientale” 1840 olan açılış tarihiyle Pera’nın ayakta kalan en eski pasajı. Markiz Pastanesi ise önceleri Lebon adıyla faaliyet gösterirken Avedis Çakır 1940 yılında pastaneyi satın alır ve burada yapacağı çikolata ve şekerlemeleri o dönemde Paris’te üretilen ünlü “Marquise de Sevigne” çikolataları kalitesinde yapmak istediğinden pastanenin adını “Markiz” olarak değiştirir. Duvarlara Fransa’dan getirdiği Art-Noveau tarzı panoları yerleştirir ve camları da vitraylarla süsler. Bu panolar dört mevsim temasını işlemektedir. Kışı simgeleyen pano İstanbul’a getirilirken kırıldığı için duvardaki yerini alamamış,yaz panosu ise daha sonra sökülerek yerine büyük bir ayna asılmıştır. 1970’li yıllarda Markiz’in bulunduğu binanın satışa çıkması Markiz’in de sonunun başlangıcı olur. 1977 yılında Avedis Çakır’ın vefatından sonra Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından Markiz korumaya alınır. 2003 yılında yeni bir işletmeyle Markiz bu sefer yeni bir tarzda ancak dekoru bozulmadan tekrardan hizmete girer. Namık Kemal, Şinasi, Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Abidin Dino, Sait Faik, Orhan Veli, Mina Urgan, Atilla İlhan, Haldun Taner ve daha nice isimler bu mekanın müdavimleridir. Şimdilerde Markiz’in vitrinindeki dijital panolardan ucuz yemek tanıtımlarını görmek eski Beyoğlu sakinlerini üzse de en azından dört mevsim tablolarının ikisinin yerli yerinde olması tek teselli kaynağı…
Edebiyatçıların dilinden bambaşka bir mekan « Nisuaz Pastanesi »
Beyoğlu’nun en eski ve görkemli binalarından biri olan bir zamanların Nisuaz Pastanesi Ayhan Işık Sokağı’nın girişinde 1930-1950 yılları arasını kapsayan dönemin ustalarını konuk etmek için ayrılmış bir kutsal mabetmiş adeta. Önceleri her mekanda olduğu gibi sadece çay içmek,etrafı dinlemek için buraya gelen konuklar zamanla cumartesi günleri tanınmış bir dolu edebiyatçıyı bir araya getirecek bir pastane ile karşılaşmaya başlamışlar. Niko Kiriçis’in sahibi olduğu mekanın vitrini o kadar yüksekmiş ki içeriden dışarıya bakanlar İstiklal Caddesi’nin üstünde oturuyormuş gibi hissederlermiş. Ahmet Hamdi Tanpınar,Edip Ayel, Garip akımının isim babası Cavit Yamaç,Sabahattin Kudret Aksal,Sabahattin Ali,Sait Faik,Abidin Dino bu mekanın müdavimleri arasındaymış. Nisuaz Pastanesi ile anılan Ayhan Işık Sokağı’nın da kaderi 1967 yılında yaşanan yangınla değişmiş. Geriye ne o eski Nisuaz pastanesi ne de o eski ihtişamlı sokak kalmış. Yorgun olduğu kadar da bıkkın Ayhan Işık Sokağı şimdiki hali ile ne Nisuaz’ı ne de o ünlü müdavimlerini karşılayabilecek durumdadır. Bugün yerinde banka şubesi olan Nisuaz’da Salah Birsel’in kitabındaki anıları ile gönüllerde yaşamaktadır.
————- —————– ————————- ————————- —————
Beyoğlu’nda kapanan – kimlik değiştiren mekânlar:
Lale,Emek,Rüya,Alkazar,Yeni Melek,Elhamra,Sinepop Sinemaları
Rejans,Hacı Salih,Hacı Baba,Borsa(fast-food sadece açık),Tepebaşı Pelit,İnci lokanta ve pastaneleri
Devlet Tiyatrosu Taksim Sahnesi,Maksim Gazinosu,Anadolu Pasajı,Vakko,Hayal Kahvesi,Kulisi,Papirüs,Çiçek Bar,Kaktüs
İnsanlar ölse de, hatıralar yaşar. İnsanlar unutur, hatıralar bize geçmişi hatırlatır. Zaman değişir, mekânlar değiştirilir. Ama eğer insanlar mekânların hatırasına saygı duyarsa, işte o zaman her şey canlı kalır. Türkiye’nin hafızası, tüm değişime rağmen sanki en çok Beyoğlu’nda canlı durur. Öğrenciler de, eşcinseller de, işçiler de, feministler de, milliyetçiler de, polisler de burada bağırır.Tüm hak mücadeleleri Taksim’de Beyoğlu’nda aranır.
İstanbul’un kalbi Beyoğlu’nda atar. Çünkü Beyoğlu İstanbul’un kozmopolit kültürünün temsilcisi ve hatıralarımızın en canlı tanığıdır. Beyoğlu’nu korumak ve yaşatmak İstanbullu olarak hepimizin görevidir.
*İstiklal Caddesi dediğin
Antep kilimine benzer
Beyazlar yeşiller karalar
Fırıldaktır da fırıldaktır
İstiklal Caddesinde dullar
Cımbızlarıyla dolaşır
Baldırnan eksik eteknen
Fıkırdaktır da fıkırdaktır
Akşamları İstiklal Caddesinde
Çiçekler kokulanır da kokulanır
Karanfillernen afişler
Kıkırdaktır da kıkırdaktır
Caddelerden İstiklal Caddesi
Uzundur da uzundur
İstiklal Caddesinde bekarlar
Dolaşır şıpıdak şıpıdak
* Salah Birsel,Ah Beyoğlu,Vah Beyoğlu kitabından alınmıştır.
90lı yıllarda beyoğlu pek ilgi çekici bir yer sayılmazdı.avangart edebiyat burda yeraltına çekilmişti.sonraki dönem resterasyon adına konuklara kendini tanıtma şansı bulmuş en azından.bir idealizm çöplüğünden seçkin mekanlara kayışı bu dönemdedir belkide.kirli işlerden vakit buldukça soylu amaçlara şans tanımanın sıkıntısını yaşar insanlar.şairin dediği gibi şimdi saatbaşı satranç oynayan sabıkalı beyoğlu kaldırımları gibi.